Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

3 Mart 2012 Cumartesi

Yol Çağrısı

Eskide kaldı köyünden kasabasından hiç çıkmadan ömrünü geçiren, doğduğu yere gömülen adamlar. Bugün herkes mobil, herkes yollarda.
Ey yollar, nasıl bir vaaddir sunduğunuz, herkes sizin ardınızda?

Gülen Dünya

Gözleri ışıl ışıl, kocaman kocaman. Öyle bir gülüyor ki sanırsınız gülmek fiilinin can bulmuş halidir.
Belki de tüm dünyaya gülmeyi o öğretmiştir...

Serendip



Bu sabah karşılaşmalar sabahı. Çıkıp dışarda bir yerlerde rastlantı eseri karşılaşmalıyım seninle. Henüz bilmediğimiz bir nedenle tanışıp, yıllar sonra o ana gülmeliyiz.

Dudakların

Dudakların ne güzel. Öperken, onlara bakarken, dokunurken, gülerken, ıslık çalarken ve daha  sayabileceğim pek çok  biçimde güzel dudakların.

Seni sevmeye dudaklarından başlamalı.

Hatıra

Zarfın üzerinde adım yazıyordu.. Bolu'dan gönderilmiş bir mektup. Soruyor, bir zamanlar kim olduğumu hatırlıyor musun diye.
Bu satırları yazan ben, senin bir zamanlar olduğun kişiyim...

Çığlık Çığlığa...

Eğer uzun bir yol yürüyorsan çökersin bazen dizlerinin üzerine; yorulursun menzile varmadan. Önünde daha gidilecek onca yol varken sen iki dizin üzerinde...  Yumruk yemiş bir boksör gibi,  hayat sana karşı sayan bir hakem gibi ve sen gözlerini kapatıp nakavt olmayı bekler gibi...

Yol uzunsa ve bilinmiyorsa ne kadar kaldığı, daha çabalamayla geçecek kaç gün olduğu, çökersin olduğun yere yorulup. Çökmek sorun değil. Yumruğu yeyince devrilmek sorun değil, ona gelmeden yeniden ayağa kalkmak sorun. Gözlerin kapalı ve açılmıyorken, sen hayatın karşısında iki dizinin üstüne çökmüşken, bilmiyorken daha ne kadar dayak yiyeceğini ve kimbilir belki yığılıp yıldızları saymak bu kadar kolayken, yeniden ayağa kalkmak sorun.

Sorun yolu yarılamışken gidecek yerinin kalmaması, uğruna dövüştüklerinin seni terk etmesi, yumruğu atanın sevdiklerin olması. O zaman çökersin dizlerinin üzerine, sırtında dünyanın yükünü taşıyan Atlas gibi.

Haydi kalk, hakem on demeden doğrul, yeni adımlar at ileri doğru. Gideceğin bir yer var. Bu kadar yumruk yemişken, yolda hiç olmazsa hedefe ulaşmaya çabala.

Topla kendini bir ağaç gibi ayakta öl, ringin ortasında çığlık çığlığa!

Aşıklar Evreni

Büyük patlamadan önce evrende ne vardı?

Aşk elbette...
Ve evrenin her yerine saçıldı. Başka türlü, aşıklarla dolu  bu evreni nasıl açıklardık; nasıl anlardık?

Ben elini tuttuğum ilk gün anladım bunu. Tüm evren ben seni seveyim diye yaratılmıştı...

2 Mart 2012 Cuma

Kulaklarımda Rüzgar



...ve şehirde onca yıldan sonra, onca karanlıktan, fakir mahallelerde sessizce uyuyan terkedilmişlik gibi soğuklardan sonra güneşin altında yürüyorum. İstasyon geride kaldı. Çantamı bıraktım bir vagonda. Bırakıp giden trenin notasında, dumanlara bürünmüş bırakıp gitmelerde tek başıma, ölçülü adımlarla yürüdüm. Şarkılar geliyor kulağıma. Dans ediyorlar. Rüzgar şarkı mı söylüyor, yoksa tarlalara giden yoldan mı geliyor sesler çıkaramıyorum. Güçlü bir savaşçı gibi dimdik başım. Yaralarım gizli derinlerde, anılarımı bir madalya gibi taşıyorum göğsümde. Tek kişilik bir bandoyum şimdi, ölçülü adımlarla yürüyorum tepelerde. Evime dönüyorum.

Kulaklarımda rüzgarın şarkısı, yıllar önceki bir günün anılarıyla yürüyorum. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Bir ay önce bir mektup geldi. Ben denize doğru oturmuş, gri bulutları seyrederken, ellerimin altından rüzgar kaçıp giderken evime dönmeye karar verdim. “Gözlerinden öperim...” diyordu mektubunda. Yıllar önce genç bir kadın beni öpmeye gözlerimden başlamıştı. Gözleri gözlerimde öylece durup, bir an soluksuz bana baktığını hatırlıyorum. Şimdi tepelerde tek kişilik bir bando gibi yürüyorum.

 Yitip giden yılları geri getirmenin bir yolu olsaydı evime giden tepeler kadar yüksek olurdu pişmanlıklarım. Ama biliyorum, onca yıldan sonra yaşlanıp, ancak daha geç bir yaşın bilgeliğinde biliyorum, evime giden yol o tepelerden geçiyor. Aylardan Mayıs, sabahın erken saatleri, bahar. Tepelerin üzerinde tek kişilik bir bando gibi yürüyorum. Tarlalarda sevdiğim kadın için geldim. Televizyonda değil onun gözlerinde gördüğüm dünya için geri döndüm şimdi. 

Onca yıldan sonra, gelip alsam seni, yaşanmamış günlerimiz için aceleci bir aşkla sevsem...

1 Mart 2012 Perşembe

Öncesi Sonrası

Önce,
yeni düşen güneş ışığı gibi sevimli, merdivenlerden koşarak çıkan maskara.

Sonra,
fırtınalar gibi haşin ve peşinden gelen yağmurlar kadar soğuk.

Şimdi,
dağılıp giden bulutlar gibi selamlıyor hayatı.

Yıllar önce küçücük, şimdi bir hoşçakal kadar kocaman oğlum,
uzakların çağırdığı...

Her Ev, Sessizliğinde Biraz Sevgi Saklar...

Şehrin sokaklarında onu takip ettim. Kaldırımlarda yürümesini, parklarda duraklayıp oynayan çocukları seyretmesini ve dükkanlara girip alışveriş etmesini ve kimbilir kimin için aldığı hediyeleri parlak kağıtlara sardırmasını ve eli kolu paketlerle dolu yürümesini izledim.

Dün hava güneşliydi ve onu bulup izlemiştim uzaktan, geçen hafta yağmur yağarken ve çok önceleri yine bir gün akşam alacası inerken izlemiştim. Bir gün sevdikleriyle yemek yediğini görmüştüm bir restoranda ve bir başka gün arabaya binip gözden kaybettiğim ana kadar izlediğim de olmuştu. Tanıdık, bildik esintilerini izlemiştim. Sokağın kalbi atarken benim kalbim durmuş gibi izlemiştim; kalabalıklar içinde sadece o varmış gibi gözlerim peşinden gitmişti bir zaman. Yıllar önce henüz küçücük ayaklarıyla çıkmaya çalıştığı merdivende izlediğim gibi ve pastel boyayla ev resmi çizerken izler gibi bakmıştım arkasından.

Kalbindekini bilmek için, bir gün yeniden adımı seslensin diye fırsat bekleyip izledim. Hep arkasında kalıp, koşup önüne geçemeyecek kadar geç kalmış gibi izledim. Belki dönüp beni görür diye korkarak ve dönüp beni görsün diye dua ederek izledim. Ben de seni özledim desin diye...

Dünyasını Kaybedenler

Şimdi bak ellerine şöyle bir. Bunlar sana yeni bir dünya inşa edecek eller. Sana ait, senin bir parçan olan...

Şimdi bak ayaklarına şöyle bir. Bunlar seni yeni bir dünyaya taşıyacak ayaklar. Sana ait, senin bir parçan olan...

Şimdi dokun dudaklarına şöyle bir. Bunlar senin için yeni şeyler söyleyecekler. Sana ait, senin bir parçan olan...

Şimdi derin bir nefes çek içine şöyle bir. Bu senin için yeni bir soluk, yeni bir umut. Sana ait, senin parçan olan...

Şimdi al telefonu eline beni ara. Ben senin için yeni biri, yeni bir dünya. Sana ait, senin parçan olan...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Draco

Aveiro'da yalnız bir balıkçı yaşar. Rıhtımlarda çoğu zaman elinde kovayla görülen yaşlı bir adamdır balıkçı Joao. Elleri yaşlı adam elidir, saçları yaşlı adam saçı; ağzı, burnu en çok da gözleri yaşlıdır. Türünün son örneği olan Joao, aslında üç binden daha uzun yıl yaşamış, gümüş bir ejderhadan başka bir şey değildir. İnsan kalabalıkları arasında şekil değiştirip yürür; sokaklarda tıpkı iki ayaklılar gibi gezinir durur. Kadim ejderhaların insanlar arasına karışabilmek için şekil değiştirme sırlarını buldukları günlere kadar gider Joao'nun anıları. Teker teker ölen soydaşlarının hatıralarıysa, hala yad edilebilecek kadar canlıdır. Farklı bir türün yüzyıllar boyunca kendini göstermeden de olsa insanlarla birlikte yaşayabileceğinin en iyi örneğidir. Gümüş kanatlarını açıp ay ışığı altında uçtuğunu gören en son kişi, en az üç kuşak önce Averio'dan ve dünyadan ayrılmıştır bile.

Peki Averio'lu ejderha Joao'yu insanlar arasında insan gibi yaşamaya iten şey nedir? Onu tanısalar kimileri sinsi derdi kuşkusuz; kimileriyse aşk yüzündendir diye acırlardı. "Ejderhalara mahsus davranışlar vardır" diye ahkam kesenler bile çıkabilirdi. Oysa gerçek bunların hiçbiri değildir. İşin asla Joao, çok eskiden beri yaşlı bir balıkçıydı ve bundan sonra da öyle kalacaktır. Joao, daha Averio yokken, gümüş kanatlarının pulları ay ışığında parlarken bile balıkçıydı, anlatılan bu hikaye unutulduğunda da balık tutmayı sürdürecek.

Nerm Yürür Gölgeli'de

Gölgeli’de Yüce Ana hepimizin anası
Nerm yürür, Nerm yürür gölgeli ormanda
Duy beni Nerm duy beni duy
Gölgeli’de duy beni

Yüce ana Gölgeli’de
Hepimiz Gölgeli’de yürürüz
Ormanda yüce ana duy bizi 
Çağırırız yüce ana, yüce ana
Yüce ana çağırırız Gölgeli’de

Ormanda çağırırız yüce ana
Yüce Ana Nerm Gölgeli’de
Duy beni Gölgeli’de 
Yüce Ana çağırır Gölgeli’de,
Duy beni duy beni

Yüce Ana seslenir ormanda
Duy beni duy beni
Herkes yürür Gölgeli’de
İlle sen duy beni… 

ruhun uzun süren alacakaranlığı

kabul etmek gerekir ki ıssız topraklar claudas'ı yenildiği zaman, gelecekte bir parçacık olsun süreceği ününden habersizdi. elbetteki geleceğimizin bize ne getireceğinden haberli değiliz, yine de oraya doğru gitmekten başka çaremiz yok.

aklın sığ bataklığı derine saplanmaktan koruduğu için bizi, geçmişi unutsak da geleceği bir türlü unutamıyoruz. bir türlü çıkmıyor aklımızdan şu gelecek dediğimiz şey. dünyadaki her şey yıkılıyor gel gör ki gelecek yerinde kalıyor. tıpkı kral claudas gibi bize kalan mirası helak edip avucumuzda gelecekle kalıveriyoruz. ruhumuzun mutlu aydınlık yanına değil, gölgelerin uzadığı alacakaranlığına denk geliyor gelecek. oysa elden ayaktan düşmediğimiz, yıldızımızın parladığı bir gelecek daha güzel olurdu sanki.

öyleyse ibret alalım, yüz gram bile olsa ibret bugün bana yaramazsa elbet sana yarar. aklın kısa çakıntısı, ruhun uzun süren alacakaranlığını aydınlatamaz. lakin elimizdeki buysa, diğer elimizdekinin ne olduğunu düşünmek, düşünmek ve ah hep düşünmek...