Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Şubat 2012 Çarşamba

Draco

Aveiro'da yalnız bir balıkçı yaşar. Rıhtımlarda çoğu zaman elinde kovayla görülen yaşlı bir adamdır balıkçı Joao. Elleri yaşlı adam elidir, saçları yaşlı adam saçı; ağzı, burnu en çok da gözleri yaşlıdır. Türünün son örneği olan Joao, aslında üç binden daha uzun yıl yaşamış, gümüş bir ejderhadan başka bir şey değildir. İnsan kalabalıkları arasında şekil değiştirip yürür; sokaklarda tıpkı iki ayaklılar gibi gezinir durur. Kadim ejderhaların insanlar arasına karışabilmek için şekil değiştirme sırlarını buldukları günlere kadar gider Joao'nun anıları. Teker teker ölen soydaşlarının hatıralarıysa, hala yad edilebilecek kadar canlıdır. Farklı bir türün yüzyıllar boyunca kendini göstermeden de olsa insanlarla birlikte yaşayabileceğinin en iyi örneğidir. Gümüş kanatlarını açıp ay ışığı altında uçtuğunu gören en son kişi, en az üç kuşak önce Averio'dan ve dünyadan ayrılmıştır bile.

Peki Averio'lu ejderha Joao'yu insanlar arasında insan gibi yaşamaya iten şey nedir? Onu tanısalar kimileri sinsi derdi kuşkusuz; kimileriyse aşk yüzündendir diye acırlardı. "Ejderhalara mahsus davranışlar vardır" diye ahkam kesenler bile çıkabilirdi. Oysa gerçek bunların hiçbiri değildir. İşin asla Joao, çok eskiden beri yaşlı bir balıkçıydı ve bundan sonra da öyle kalacaktır. Joao, daha Averio yokken, gümüş kanatlarının pulları ay ışığında parlarken bile balıkçıydı, anlatılan bu hikaye unutulduğunda da balık tutmayı sürdürecek.

Nerm Yürür Gölgeli'de

Gölgeli’de Yüce Ana hepimizin anası
Nerm yürür, Nerm yürür gölgeli ormanda
Duy beni Nerm duy beni duy
Gölgeli’de duy beni

Yüce ana Gölgeli’de
Hepimiz Gölgeli’de yürürüz
Ormanda yüce ana duy bizi 
Çağırırız yüce ana, yüce ana
Yüce ana çağırırız Gölgeli’de

Ormanda çağırırız yüce ana
Yüce Ana Nerm Gölgeli’de
Duy beni Gölgeli’de 
Yüce Ana çağırır Gölgeli’de,
Duy beni duy beni

Yüce Ana seslenir ormanda
Duy beni duy beni
Herkes yürür Gölgeli’de
İlle sen duy beni… 

ruhun uzun süren alacakaranlığı

kabul etmek gerekir ki ıssız topraklar claudas'ı yenildiği zaman, gelecekte bir parçacık olsun süreceği ününden habersizdi. elbetteki geleceğimizin bize ne getireceğinden haberli değiliz, yine de oraya doğru gitmekten başka çaremiz yok.

aklın sığ bataklığı derine saplanmaktan koruduğu için bizi, geçmişi unutsak da geleceği bir türlü unutamıyoruz. bir türlü çıkmıyor aklımızdan şu gelecek dediğimiz şey. dünyadaki her şey yıkılıyor gel gör ki gelecek yerinde kalıyor. tıpkı kral claudas gibi bize kalan mirası helak edip avucumuzda gelecekle kalıveriyoruz. ruhumuzun mutlu aydınlık yanına değil, gölgelerin uzadığı alacakaranlığına denk geliyor gelecek. oysa elden ayaktan düşmediğimiz, yıldızımızın parladığı bir gelecek daha güzel olurdu sanki.

öyleyse ibret alalım, yüz gram bile olsa ibret bugün bana yaramazsa elbet sana yarar. aklın kısa çakıntısı, ruhun uzun süren alacakaranlığını aydınlatamaz. lakin elimizdeki buysa, diğer elimizdekinin ne olduğunu düşünmek, düşünmek ve ah hep düşünmek...